Gönlün belki de en kambur kalmış yanlarını anlatan söz dizisi olarak görürüm şiiri. Neyden eksikse gönlü şiirine tamamlatır şair. Neyde ruhu kalmışsa oraya akıtır zehrini. Bazen yazdıkları döner kendisini yakar bazen şifa olur tüm bedenlere ve kendisine. Hayatın en onarılmaz yaralarına merhem olur. Merhemi, şairden habersiz tüm kalplerde bir ümit kıpırtısı. Sevdası da davası da gizli kalmışların son nefesindeki bir sur kuvvetindeki yakarışı. Kendimi bildim bileli şiirlere olan ilgim hiç azalmadı. Her geçen gün katlanarak arttı. Özellikle de en savunmasız en düşmeye yakın zamanlarımda elimden tutan oldu şiirler. Bir gün tuttu Adil Erdem Bayazıt kaldırdı, bir gün Cemal Süreya. Çoğu zaman Sezai Karakoç ve Nazım Hikmet. Onların tuttuğu yerlerden hikâyeler yazdım. Bazen de seyrelttim şiire yatırdım. Olmadı yarama sürdüm yırttım attım. Ne için yazılırdı şiir? Neye, kime, ne için? Çok düşünmedim ben bunları. Sanırım çoğu yazar da düşünmemiştir. Kendilerinin bir dışavurumu, kalple...