Küçüklükten beri en sevdiğim aktivite resim çizmekti. Annem resim defteri almaktan, babam: "Ne zaman bitti bu boya kalemleri? "diye sormaktan yorulurdu. Hatta babam yeni kalemler alsın diye eskilerini saklardım. İlk temizlikte annem bulana kadar tabi. Aslında iyi saklarım fakat bunu annemin ayrıntılı temizlik yapma özelliğine bağlıyorum. Çizdiğim resimler ev halkı tarafından beğenilirdi. Özellikle annem. “Çok güzel olmuş. “Biraz daha çalış daha iyisini yapabilirsin. “gibi cümleler kurup beni cesaretlendirirdi. Küçük bir çocuk için bu cümleleri duymak kendini ressam sanacak kadar iyi hissettirebilirdi. Benim için de öyle oldu. Kendimi bu konuda başarılı hissediyordum. Sınıf öğretmenim, İsminaz Hoca da beğenirdi. Anneminkilere benzer cümleler kurardı. O zamanlar yaptığım şeylerin sınıf öğretmenim tarafından beğenilmesi kadar bana mutluluk veren çok şey yoktu. Yaş büyüdükçe karmaşıklaşacak olan hayatım oldukça sadeydi. Ve takdir edilmek, paha biçilemezdi. Arada neler geldi neler geçti ebetteki unuttum. Fakat sene sonu geldiğinde beni en çok takdir eden kadından, sınıf öğretmenimden ayrılacaktım.6.Sınıfa geçiyordum ve bu benim için kolay olmayacaktı. Yani belki de kolay olacaktı ama o zaman ben öyle düşünüyordum. Ağlayarak sarıldığım hocamı bir daha ancak ders aralarında, koridorda görecek, beni hep mutlu etmiş biri olarak ona sarılacaktım.
Koca bir yaz geçmiş 6.sınıfa başlamak üzere sıraya girmiştik. İstiklal marşı okunduktan sonra sınıflara geçtik. Şimdi büyümüş müydük? Büyüdüysek de ben farkında değildim çünkü ben hala resim çizmeyi çok seviyordum. Ortaokullu olduğumuz için her dersimize farklı bir hoca gireceğini büyük sınıflardan öğrenmiştik. Bu hem bir heyecan hem de bir korkuyu beraberinde getiriyordu. Hepsi beni sevemezdi ya! Sevmese ne olurdu? Sevmesi için bir şey yapmalı mıydım? O hafta bir gün resim dersimiz vardı ve artık İsminaz Hocamız yoktu. Yaptığım resimler takdir edilecek miydi? Bilmiyordum. Nihayet resim sınıfındaydım. Sanırsam en ön sıraya oturmuşumdur. Bundan emin değilim ama resim aşkımın beni en öne oturtacak güçte olduğunu biliyor ve hatırlıyorum. Hoca sınıfa girdi. Resim ve ressamlar hakkında koca koca cümleler kurduktan sonra alınacaklar listesini verdi. Sonra hocaya göre gerekli konuşmalarla ders bitti. Resim çizmemiştik. Resim sınıfından girdiğim heyecanın "h" si kalmamış şekilde çıktım. Ama ne de olsa haftaya resim çizecektik. Bunun hayali bile güzeldi. Bir hafta geçti ve resim sınıfının önündeydim. Diğer öğrenciler sınıftan çıkınca hızla girdim ve yerime oturdum. Evde eski pastel boyalarım olmasına rağmen babama yenilerini aldırmış, şimdi heyecanla onları renk sırasına göre düzeltiyordum. Hocamız içeriye girdi-Ben de derin bir etki bırakmasına rağmen hocanın adını hatırlayamıyorum. Belki de fazla derindedir.-Hocamız bir manzara ya da dağ resmi çizmemizi istedi. Annem daha önce bana bir konu üzerine çizim yaptırmamıştı. İsminaz Hoca da öyle. Bu resmi nasıl yapacağımla alakalı bir fikrim yoktu ve beğenilmemekten aşırı korkuyordum. Öyle de oldu. Beğenilmedi. Yıllardır çizdiğim şeyler beğenilmişti de şimdi nasıl olmuştu da beğenilmemişti. Başta annem, babam ve İsminaz Hocamı suçladım. Alanında uzman biri beğenmiyorsa bu gerçekten kötü çizdiğim anlamına gelirdi. Herkes beni kandırmıştı. Ah çocukluk! Sonradan minnet duyacağım hareketleri için onlara nasıl da sinirlenmiştim.
Büyümenin, sistemin ve gerçeklerin etkisi altına girdiğim o ilk gün aslında ilk adımımı atmıştım hayata. İlk önce bu duruma isyan etmiş sonra kabullenmiştim. Ortaokulun sonuna kadar bir daha resim derslerini sevmedim. Arkadaşlarımla en arka sıraya oturur. En kaliteli esprileri kendimizin yaptığını sanır, ağlayana kadar gülerdik. Anneme defalarca aldırdığım resim defterimi genelde evde unutur, arkadaşımdan kâğıt isterdim. O da sadece hoca kızmasın diye. Çoğunlukla kara kalem çalışırdım çünkü yanımda başka kalem getirmezdim. Resim sevdam böylesi bir şekilde benden uzaklaşırken, kendime takdir edilecek farklı yollar bulmaya çalışıyordum. Bunu da az çok beceriyordum. İsminaz Hocam artık yoktu. Annem ben ne yaparsam beğeniyordu. Babam da. Ama artık onların neden beğendiğini biliyordum. Belki de o küçük dünya da hep yaşayabilirdim. Dışarısı öyle değildi. Ne yapıyorsan daha iyisini yapmak zorundaydın. Takdir edilmek kolay değildi. Bunu daha sonradan çok düşündüm. Neden bu kadar takdir edilmek istiyordum diye. Kabullenilmek için. Sistemin içindeysen, parçası olmak zorundasın. Ya da tamamen dışındasın. Sistem binlerce konu başlığı sürüyor önüne. Birini seç ve başarılı ol da demiyor ayrıca. Her konuda ayrı ayrı bilirkişiler sana en iyi şekilde yapmanı dikte ediyor. Yapamıyorsan, arka sıraya. İsminaz Hocam, annem ve babam ne çizmem gerektiğini söylemediler ki bana. Sadece çiz dediler. Ben de o yüzden hep çiçek, ev ve ağaç çizdim. Yıllarca aynı şey üzerinde çalıştım bu yüzden onları gerçekten iyi çiziyordum. Özgür bırakıldığımda ortaya koyduğum ürün herkes tarafından beğeniliyordu. Fakat kısıtlandığım ilk gün bunaldım. Yapamadım ve beğenilmedi. Benden yıllar yıllar önce bu duruma hak verenler romantizm akımı altında toplanmışlar ve sanatkârın kesin bir hürriyet içinde olması gerektiğini düşünmüşlerdir. Sistemin parçası olmak ve özgün olmak arasındaki ince çizgide bir yaşam sürdürmeliyiz. Ne tam uzağında, dışında ne de seni yutmasına izin verecek kadar yakınında durmalıyız. Seni esir olmaya götüren bir ait olma duygusu zamanla özgünlüğünü ve başarını köreltebilir. Bu yazıyı da işte tam bunun için yazdım sistemin içinde olmak için. Zaten şu an tam olarak dışındayım.
Koca bir yaz geçmiş 6.sınıfa başlamak üzere sıraya girmiştik. İstiklal marşı okunduktan sonra sınıflara geçtik. Şimdi büyümüş müydük? Büyüdüysek de ben farkında değildim çünkü ben hala resim çizmeyi çok seviyordum. Ortaokullu olduğumuz için her dersimize farklı bir hoca gireceğini büyük sınıflardan öğrenmiştik. Bu hem bir heyecan hem de bir korkuyu beraberinde getiriyordu. Hepsi beni sevemezdi ya! Sevmese ne olurdu? Sevmesi için bir şey yapmalı mıydım? O hafta bir gün resim dersimiz vardı ve artık İsminaz Hocamız yoktu. Yaptığım resimler takdir edilecek miydi? Bilmiyordum. Nihayet resim sınıfındaydım. Sanırsam en ön sıraya oturmuşumdur. Bundan emin değilim ama resim aşkımın beni en öne oturtacak güçte olduğunu biliyor ve hatırlıyorum. Hoca sınıfa girdi. Resim ve ressamlar hakkında koca koca cümleler kurduktan sonra alınacaklar listesini verdi. Sonra hocaya göre gerekli konuşmalarla ders bitti. Resim çizmemiştik. Resim sınıfından girdiğim heyecanın "h" si kalmamış şekilde çıktım. Ama ne de olsa haftaya resim çizecektik. Bunun hayali bile güzeldi. Bir hafta geçti ve resim sınıfının önündeydim. Diğer öğrenciler sınıftan çıkınca hızla girdim ve yerime oturdum. Evde eski pastel boyalarım olmasına rağmen babama yenilerini aldırmış, şimdi heyecanla onları renk sırasına göre düzeltiyordum. Hocamız içeriye girdi-Ben de derin bir etki bırakmasına rağmen hocanın adını hatırlayamıyorum. Belki de fazla derindedir.-Hocamız bir manzara ya da dağ resmi çizmemizi istedi. Annem daha önce bana bir konu üzerine çizim yaptırmamıştı. İsminaz Hoca da öyle. Bu resmi nasıl yapacağımla alakalı bir fikrim yoktu ve beğenilmemekten aşırı korkuyordum. Öyle de oldu. Beğenilmedi. Yıllardır çizdiğim şeyler beğenilmişti de şimdi nasıl olmuştu da beğenilmemişti. Başta annem, babam ve İsminaz Hocamı suçladım. Alanında uzman biri beğenmiyorsa bu gerçekten kötü çizdiğim anlamına gelirdi. Herkes beni kandırmıştı. Ah çocukluk! Sonradan minnet duyacağım hareketleri için onlara nasıl da sinirlenmiştim.
Büyümenin, sistemin ve gerçeklerin etkisi altına girdiğim o ilk gün aslında ilk adımımı atmıştım hayata. İlk önce bu duruma isyan etmiş sonra kabullenmiştim. Ortaokulun sonuna kadar bir daha resim derslerini sevmedim. Arkadaşlarımla en arka sıraya oturur. En kaliteli esprileri kendimizin yaptığını sanır, ağlayana kadar gülerdik. Anneme defalarca aldırdığım resim defterimi genelde evde unutur, arkadaşımdan kâğıt isterdim. O da sadece hoca kızmasın diye. Çoğunlukla kara kalem çalışırdım çünkü yanımda başka kalem getirmezdim. Resim sevdam böylesi bir şekilde benden uzaklaşırken, kendime takdir edilecek farklı yollar bulmaya çalışıyordum. Bunu da az çok beceriyordum. İsminaz Hocam artık yoktu. Annem ben ne yaparsam beğeniyordu. Babam da. Ama artık onların neden beğendiğini biliyordum. Belki de o küçük dünya da hep yaşayabilirdim. Dışarısı öyle değildi. Ne yapıyorsan daha iyisini yapmak zorundaydın. Takdir edilmek kolay değildi. Bunu daha sonradan çok düşündüm. Neden bu kadar takdir edilmek istiyordum diye. Kabullenilmek için. Sistemin içindeysen, parçası olmak zorundasın. Ya da tamamen dışındasın. Sistem binlerce konu başlığı sürüyor önüne. Birini seç ve başarılı ol da demiyor ayrıca. Her konuda ayrı ayrı bilirkişiler sana en iyi şekilde yapmanı dikte ediyor. Yapamıyorsan, arka sıraya. İsminaz Hocam, annem ve babam ne çizmem gerektiğini söylemediler ki bana. Sadece çiz dediler. Ben de o yüzden hep çiçek, ev ve ağaç çizdim. Yıllarca aynı şey üzerinde çalıştım bu yüzden onları gerçekten iyi çiziyordum. Özgür bırakıldığımda ortaya koyduğum ürün herkes tarafından beğeniliyordu. Fakat kısıtlandığım ilk gün bunaldım. Yapamadım ve beğenilmedi. Benden yıllar yıllar önce bu duruma hak verenler romantizm akımı altında toplanmışlar ve sanatkârın kesin bir hürriyet içinde olması gerektiğini düşünmüşlerdir. Sistemin parçası olmak ve özgün olmak arasındaki ince çizgide bir yaşam sürdürmeliyiz. Ne tam uzağında, dışında ne de seni yutmasına izin verecek kadar yakınında durmalıyız. Seni esir olmaya götüren bir ait olma duygusu zamanla özgünlüğünü ve başarını köreltebilir. Bu yazıyı da işte tam bunun için yazdım sistemin içinde olmak için. Zaten şu an tam olarak dışındayım.
Yorumlar
Yorum Gönder