Ana içeriğe atla

Bilmediğimden...

                                                               BİLMEDİĞİMDEN

  Şimdi seyrine çokça daldığın dünyaya bakan gözlerinden bir şeyler anlatacağım. Çoğu hayal, birazı gerçekleştirilebilir ama inanması hep umut veren gözlerden, gözlerimizden olacak anlatacaklarım. Tam bir tur dön etrafında, ne manzaralar var mananda gizli, kalbine kazılı. Temizlenmesi tövbe ile mümkün ne kadar günahımız var, dünyaya sürtünmüş tozlu sayfalarımızda. Dertli yüzümüze vur hayatı, karlı çıkar belki de yaşadıklarımızın yanında. Bilmiyorum tahmin ediyorum, durup bir sokak ortasında ağladın mı mesela? Ya da bu türkü benim için yazılmış dedin mi? Ayakların geri, sen mecbur hep ileri gittin mi? Koca bir kahkaha sakladın mı cebinde, nereye uygun düşer diye? Bilmiyorum tahmin ediyorum. Muhtemelen geceleri gökyüzüne bakarak çok dua etmişsindir. Çay kaynayana kadar dumanına sarmışsındır hayallerini. Süslediğin, bezediğin hiç kimseninkine benzemeyen biricik hayallerini. "Hayat sen planlar yaparken yaşadıklarındır." Ne de doğru söylenmiş bir söz. Biz insanoğlu bahar gelse hayal kuruyor, kuş ötse konuştu sanıyoruz. Biz isteğimize kendimizi tutukluyoruz. Ya da muhtemelen istemeyi bilmiyoruz. Bilmediğimiz binlerce şeye biri daha ekleniyor. Bir dağ sırtında kara kışa özeniyor bir papatya. Kış geliyor, yaza hayal kuruyor. Bilseydi ki onun mevsimi bahar hiç ister miydi üstüne yağsın kar? Bilmiyor, bilmiyoruz. Neyin hayalini kuruyorsanız şu an, her ne için çarpıyorsa kalbiniz, yüreğinizin en sessiz yerine bir döşek serin, yatırın oraya. Kalbinizin sükûtuna saklayın. Gecenin ayazına gömün siteminizi, özenip de çıkmasın bir kış sabahına. Seherine dualar dağıtın, güneşli sabahların. En sessiz vakitlerin peşinde, bir dilenci gibi koşalım. Belki koşarken öğreniriz, koşarken yaşarız. Ve tüm yaşadıklarımız hayallerimizin çok ötesinde olur. Bilmiyorum, tahmin ediyorum. O vakur duruşlu gözlerinden, çekingen kaçamak bakışlarından, sırasını şaşmayan nefesinin düzeninin bozulmasından, boynunu sağ yanına hafifçe eğişinden, başını kaldıramayışından. Külünü ateşe verme, suyun hazırken sol tarafında ve kaşlarını çatma dünyaya. Nefes aldığın kadar şişiriyor ciğerin, güldüğün kadar kısılıyor gözlerin, adımların büyüdükçe, serpiliyor kaderin. Serpilen kimi zaman hayallerin, kimi zaman dertlerin. Büyüyorsun koca bir ağaç oluyorsun, dalların, budakların, yere sımsıkı bağlı köklerin. Sen oluyorsun, hiçbir şeyin büyümesi kolay değil. Bizim de öyle. Ağırdan ağırdan sevgiyle yoğurup, dertle kavurup, üstüne su gezdirdiğin türden. Senden, benden, ondan. Hepimiz aynı türden, aynı yerden.
  Kalp kalbi görür, göz iletişimsel bir temastır. Ben gözlerimizden anlatıyorum. Kendi gözümle ulaşabildiğim kalplerden. Aslında güvensizim ama bir tek şu yaratılışındaki harikalıktan ötürü ona güveniyorum. Göze. Sözlerimin manasızlaştığı çok yerde, gökyüzünü içirmişliğim var onlara, baharı bahçelerde izlettirmişliğim. Bunu ilk anladığımda bir şiir yazıyordum. Bir akşamüzeri bankta başladığım bir şiiri, evde sonlandıramadım. Çünkü önümde çocuklar koşmuyordu, biri diğerini iteklemiyordu, anlamadığım cümleleri tekrarlamıyordu. Ve gözüne aşina olmadığım, bir bakış bana top atmıyordu, oynayalım diye. O şiiri hala tamamlayamadım. Bence yarım kalmalı, bana gördüklerimin değerini anlatmalı. Gördüklerime tutuklu kalışımı ve görmeden yazamayışımı. Ona olan muhtaçlığımı. Göremeden çıkarabildiğiniz yangınlar varsa işte onlarda yanın. Mümkünse kül edin kendinizi. Tam orada bir varoluş hikâyesi yazılıyor çünkü bizden habersiz. Göz manaya gördüğünde mi açılıyor? Nefes gördüğünde mi kesilir? Görmek şiir yazdırıyor. Görmeden şiir yazmak mı? Bir gün belki.

  Görüyoruz, seviyoruz, istiyoruz ve tutukluyoruz kendimizi. Hepsinin koca değerleri var özümüze verilmiş. Gördüğümüz her şey gerçek değil. Emin olun sevdiğimiz de. Tutuklayacak kadar bizi kendine değerli değil hiçbir şey. Seyrine hayran kaldığınız bir hayatınız olsun, derdine boyun büküşünüz, getirdiğine eyvallahınız, götürdüğüne tebessümünüz olsun. Cebinizde bir dünya saklayın ve son sözü size ait olsun. Sizin dışınızda size ait. Yandığınız ateşteki dumana ait, gördüklerinize bağlılığınızın aklınıza iliştirdiği görmediklerinizin merakına ait. Sizden öte ona ait. İlla ait olacaksak bir şeye, aidiz o halde. Her an her dakika bir kafa karışıklığı içinde. Bilmiyorum, tahmin ediyorum. Hiç aradın mı yanacak bir ateş? Perdesini kaldırdın mı hayallerinin? At zehrini, uyanamamışlığının, hoyratça yaşamışlığının. Bir mucize yaşamak başlı başına. Bekleme, al eline değneği güt şu koyunları. Zafer her daim kafa karışıklığınındır. Bilmiyorum, tahmin ediyorum.


                                                                                                                               


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HASRETİN ADI BİZİZ

    Hayal gibi olur, uzaklaştığın her şey yamacından.Tüm yaşayacaklarına karşı içinde büyüttüğün hevesin ,kaçar gibi olur. Nefesini alırsın, vermesi bir acayip olur tanımadığın sokaklarda.Kaygılar hücum eder beynine.Anneni daha bir çok seversin.Babana daha bir hasret. Kıyamet benizli bir kaç insandan kaçarsın.Sığınırsın özlemden kurulu bir bucağa.     ‘’Üç derdim var birbirinden seçilmez.Bir ayrılık bir yoksulluk biri de ölüm.’’ diyen Karacaoğlan yıllar öncesine bıraktığı bu dizelerle ayrılıkla mümkün tüm duyguların sonunun bir derde varacağını anlatmaktadır bizlere. İçinde ayrılık olan hikayeler hep özlem yüklü. Bir derde varılı yollar hep sancılı.İnsan olmaya yeminliysen bu hayatta senin de payına düşer mutlaka.Ve mutlaka girince o özlemden ibaret barınağına, sancılar tezahür etmeye başlar tüm vücudunda. Gözünden akarsa damla damla yaş ne ala.Çünkü daha ağlayamayanlar var onca. Zamanla yüzün o eski canlılığını kaybeder,neyim var der dolanırsın oysa yıllar geçm...

Aziz Bey Hadisesi

    Kitabı elime aldığımda böyle iyi biçimlendirilmiş bir insan portresi ile karşılaşacağımı düşünmemiştim. Aziz Bey’in hadisesi, yoldan geçerken dikkatimizi dahi çekmeyen, omuzları düşük o yaşlı, hayata küsmüş, sevmiş sevilmemiş, becerememiş tüm insanların öyküsü. Ayfer Tunç’un anlatımıyla da Aziz Bey’i tanıyormuş kadar üzüldüm, sevdim ve ah ettim.   Aziz Bey’in öyküsü kendisi tarafından anlatılmıyor çünkü Aziz Bey o kadar da konuşmuyor. Bazen savruluyor en çok da yanılıyor. Hayat, bizler tarafından yanlış anlaşılmaya çok müsait bir kırıcılıkla ilerliyor. Gençken, henüz tüm güzelliğini taşırken yüzünde Aziz Bey , günlerin ve belki yılların ondan götüreceği şeyleri tahmin edemiyordu.Tahmin edemediği bir diğer şey ise yarı yolda bırakılmaktı. Yabancı rüzgarların, yabancı bir lisanın, yabancı bir odanın içinde yapayalnız kalıyor. Aşlar, kokular, şarkılar,kadınlar ve tamburu onun bu yalnızlığını silmeye yetemiyordu.   Bir geri dönüş hikayesi de denilebilir bu öyküye. ...

Bizim Biricik Tesellimiz

      Son zamanlarda Dervişin Teselli Koleksiyonu   adında bir kitap okuyorum. Farkında mısınız bizim teselliye ne çok ihtiyacımız var ? Ya da benim var ve sizi de kendim gibi görüyorum. İnsan sevgili okur, öylesine değil, gerçekçen ikna olmak istiyor bazı şeylere. Daha doğrusu inanmak. Bazen her açtığım sayfa bana yazılmış gibi hissediyorum. Tıpkı bir romanı okurken kendimi yerine koyduğum o karakterler gibi. Yerine koyuyorum derdimi, tasamı bazen de hiçbir şeyimi. Sonbaharda yaprak dökmüş de bir daha açamayacak gibi hissetmek ne büyük bir ağırlık. Baharı saklayan bir gizli öz olabilmek ne alâ.   Bazen tüm çabaların sessiz bir anıya dönüşür sevgili okur. Sanki dağılmış yapraklara yazılmış kısa hikayelerin başrolüymüşsün gibi. Toparlayamadığımızla kalıveririz. Dağınık bir yaşam döngüsüne sahip olanlar bilir bu hissi. Bazen hangi anı nerede yaşandı onu bile karıştırırız. ‘Neden’ en yasaklı kelimesi olur dilimizin. Israrlı bir misafir gibi yoklar durur zihnimizi...