Ana içeriğe atla

YOL BEKLEMEZ

  Eteklerine hüzün döktüğümüz, koca şehirlerin sabırsız savaşçılarıyız. Kuşlarına ekmek attığımız Sultanahmet Meydanının tanınmaz şairi. Hiç gezmediğimiz sokakların ruhunun anlatıcısıyız garip köşelerinde seherlerin. Eyüp Sultan’da bir sabah namazı vakti, Piyerloti'de bir bardak çayız, Sütlüce’nin dik yokuşlarında efkârlı, Eminönü’nde sakin, Galata’ya bakıp hayal kurarken epey bir istekliyiz. Sebepsiz koca arayışlar içinde bir o kadar cesaretliyiz. 
  Neler sahnelendi, o çıkamayıp kaldığımız gönül sahnelerimizde? Ne gidenler gelmedi ne kalanlar yetmedi bizdeki sırrı çözmeye. Sahipsiz, başıboş kaygıların inananları olup savrulduk yeryüzünde. Kayıp bir şeyi arıyormuş çaresizliği var yüreğimizde. Ve bir dünya var her gün ayaklarımızı bastığımız yerine. Her sabahın güneşine âşık serçeler, bizi birbirimize uzak eden ve aynı zamanda yakın eden yollar var. Sabırsız hayallerimiz var ikindide kurduğumuz. Takdirsiz ayakta kalışlarımız ve umursamaz koca yığınlara yıllardır seslenişimiz var cılız nefesimizle.Koca kavgalarımız var isteyerek çıkardığımız. Kazanmasak da içindeyiz diye gurur duyabileceğimiz türden kavgalar. Koşar gibi görünüp secdede ağladıklarımız var. İstanbul’a bir bakışımız var. Âşık desinler diye duruşumuz var. Öğütülüşümüz var dünyada. Bin bir mihnetle altında kalışımız. Çıkarken kendimizi savunuşumuz var mazlumu zalim gösterir cinsten. Dertlenişimiz var saniyelere sığan. Ömrümüzü alıyormuş gibi anlattıran bir dilimiz var. İnsanız biz düşüşümüz var, kalkmak fiiline can verir cinsten. Umutsuz bakan çehrelerin tüm vehimlerini boşa çıkarır cinsten. Kalanı gidenle yarıştırıp duran, aşka sevdaya dair ne varsa kül eden bir nefsimiz var. Biz ve nefsimiz. Küçük dünyamızın büyük savaşı. Yener durur, soluk almana fırsat vermez, aynı yerden tekrar vurur ve bu savaş böyle gider durur. Bir değirmendir bu dünya döner durur.
  İncelmek lazım bükülmek, eğilmek lazım sevmek, görmeye niyetli olmak, bakmaktan kaçmak lazım. Gıcırtılarıyla var olan bir değirmendi Yunus Emre’nin aklına düşüren bu dünyayı. Bul dünyayı sonra varsın kaybet sonra sabret. Değirmene giren ile çıkan hiç bir olur mu? Ya doğduğundaki senle şimdiki sen? Gıcırtıların içinde kalkası ağır bir ruh, savaşı bitmeyen bir nefis var. Nihayet ki tam ortasında göğsümüzün bir mana arayıcısı var. Manayı bulan neyi kaybetmiş olsa üzülmez. Peki ya biz? Değirmen dönüyor hem de hiç durmadan. Seni beni insan etmek niyetinde. Gücümüzle doğru orantılı ilerleyen umutsuzluk vakalarını biriktiriyor zihnimiz. Daha ne kadar dayanabilirim denklemlerine yenik düşüyoruz. Parantez dışından başlıyoruz tüm problemlere ve hep yanlışa varıyoruz itinayla. Küçükken ben, hep büyümek isterdim hatta yaşımı büyütürdüm büyük bir olgunlukla. Bilseydim koca bir değirmendeyiz ve bilseydim değirmenler en çok büyük taneleri ezer, parçalar işte o zaman belki de hiç istemezdim büyümek. Tutardım nefesimi, yemezdim yemek hatta uyuyunca büyüyeceğimi bildiğimden uyumazdım bile. Koca sorumluluklarımız ve taşınması güç dertlerimiz olabilir hayatta. Kimimizin var,  kimimizin olmakta, kimimiz ise daha değil farkında. Yolumuzu çiçeklendirmekse işte tam buraya düşüyor. İnancımızla yeni bir biz uyanıyor gönlümüzde. Sabır biz oluyor, güç denen mevhum sanki bizden doğmuş oluyor ve metaneti omurgalarımız kaldırıyor. Günahlarımızla eğilen omuzlarımız, tövbesini ediyor yerine güller dikiyor. Köklerini toprağımıza salıyor, nefesini tüm dualarımızdan alıyor. İstikrarımızın yeşerttiği koca çiçekli yollarımız oluyor. Yol da biziz, yolcu da. Toprak da biziz, çiçek de. Ne varsa bizde. Kalplerimize serpiştirilmiş tohumları bulalım diye karşımıza çıkan tüm imtihanlarda, insani tüm duygularımızla varız. İnkârı yok ki biz insanız. Biz ağlarız geceleri, sonra kahkahalar atarız sabahına. Biz insanız hem çok güçlü bir o kadar güçsüzüz. Her şey bin bir intizamla yaratılan ellerimizde, aşkla yoğurulmuş kalplerimizde e hadi öyleyse. Yol beklemez. Ne demiş Cahit Sıtkı Tarancı bir şiirinde 
Ah o değirmen 
Su dedi döndü
Rüzgâr dedi döndü
Devran imiş döndü
Değirmen durmadı döndü
Değirmen öğüttü beni
Hem de gençliğim pahasına.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HASRETİN ADI BİZİZ

    Hayal gibi olur, uzaklaştığın her şey yamacından.Tüm yaşayacaklarına karşı içinde büyüttüğün hevesin ,kaçar gibi olur. Nefesini alırsın, vermesi bir acayip olur tanımadığın sokaklarda.Kaygılar hücum eder beynine.Anneni daha bir çok seversin.Babana daha bir hasret. Kıyamet benizli bir kaç insandan kaçarsın.Sığınırsın özlemden kurulu bir bucağa.     ‘’Üç derdim var birbirinden seçilmez.Bir ayrılık bir yoksulluk biri de ölüm.’’ diyen Karacaoğlan yıllar öncesine bıraktığı bu dizelerle ayrılıkla mümkün tüm duyguların sonunun bir derde varacağını anlatmaktadır bizlere. İçinde ayrılık olan hikayeler hep özlem yüklü. Bir derde varılı yollar hep sancılı.İnsan olmaya yeminliysen bu hayatta senin de payına düşer mutlaka.Ve mutlaka girince o özlemden ibaret barınağına, sancılar tezahür etmeye başlar tüm vücudunda. Gözünden akarsa damla damla yaş ne ala.Çünkü daha ağlayamayanlar var onca. Zamanla yüzün o eski canlılığını kaybeder,neyim var der dolanırsın oysa yıllar geçm...

Aziz Bey Hadisesi

    Kitabı elime aldığımda böyle iyi biçimlendirilmiş bir insan portresi ile karşılaşacağımı düşünmemiştim. Aziz Bey’in hadisesi, yoldan geçerken dikkatimizi dahi çekmeyen, omuzları düşük o yaşlı, hayata küsmüş, sevmiş sevilmemiş, becerememiş tüm insanların öyküsü. Ayfer Tunç’un anlatımıyla da Aziz Bey’i tanıyormuş kadar üzüldüm, sevdim ve ah ettim.   Aziz Bey’in öyküsü kendisi tarafından anlatılmıyor çünkü Aziz Bey o kadar da konuşmuyor. Bazen savruluyor en çok da yanılıyor. Hayat, bizler tarafından yanlış anlaşılmaya çok müsait bir kırıcılıkla ilerliyor. Gençken, henüz tüm güzelliğini taşırken yüzünde Aziz Bey , günlerin ve belki yılların ondan götüreceği şeyleri tahmin edemiyordu.Tahmin edemediği bir diğer şey ise yarı yolda bırakılmaktı. Yabancı rüzgarların, yabancı bir lisanın, yabancı bir odanın içinde yapayalnız kalıyor. Aşlar, kokular, şarkılar,kadınlar ve tamburu onun bu yalnızlığını silmeye yetemiyordu.   Bir geri dönüş hikayesi de denilebilir bu öyküye. ...

Bizim Biricik Tesellimiz

      Son zamanlarda Dervişin Teselli Koleksiyonu   adında bir kitap okuyorum. Farkında mısınız bizim teselliye ne çok ihtiyacımız var ? Ya da benim var ve sizi de kendim gibi görüyorum. İnsan sevgili okur, öylesine değil, gerçekçen ikna olmak istiyor bazı şeylere. Daha doğrusu inanmak. Bazen her açtığım sayfa bana yazılmış gibi hissediyorum. Tıpkı bir romanı okurken kendimi yerine koyduğum o karakterler gibi. Yerine koyuyorum derdimi, tasamı bazen de hiçbir şeyimi. Sonbaharda yaprak dökmüş de bir daha açamayacak gibi hissetmek ne büyük bir ağırlık. Baharı saklayan bir gizli öz olabilmek ne alâ.   Bazen tüm çabaların sessiz bir anıya dönüşür sevgili okur. Sanki dağılmış yapraklara yazılmış kısa hikayelerin başrolüymüşsün gibi. Toparlayamadığımızla kalıveririz. Dağınık bir yaşam döngüsüne sahip olanlar bilir bu hissi. Bazen hangi anı nerede yaşandı onu bile karıştırırız. ‘Neden’ en yasaklı kelimesi olur dilimizin. Israrlı bir misafir gibi yoklar durur zihnimizi...