Ana içeriğe atla

YABANCI



 O kadar uzun zamandır yazmıyorum ki , içimde bir şeylerin öldüğünü düşündüm. Hatta bir sıra bir daha hiç yazamayacağımı dahi. Derin bir uçurumdu bu benim için. Çünkü değerli okur insan bir şeye sevdalandıysa pek ayrı kalamıyor ondan ve bir mesafe girse onunla arana işte o ara bir uçuruma tekabül ediyor. Uzun bir yolculuktan çıktım. Yolculukların tam ortası kimi yazarlar için en iyi an olsa da ben derin bir nefes almadan kalemi elime alamıyorum. Çok iyi bir yol sayılmayabilir çünkü ayrıntılar zihnimin çeşitli köşelerinde çürüyüp gidiyorlar. Çoğu zaman ince ayrıntıların arasında kaybolan ben onların zihnimde yok olmasına nasıl da izin veriyorum? Değerli okur sana benden bir şeyler anlatacağım ve beni anlamanı bekleyeceğim. Benim için bunu yapabilir misin?

Telaşeli sokaklarda, şekerli patlamış mısır kokusuyla bilmediğim bir ülkede daha güneş doğmamışken okula gidişimi hatırlıyorum. Sarhoşların henüz evlerine girmediği, duraklarda yatarkenki vakitlerden bahsediyorum. Her yer bembeyaz. Kar kar üstüne yağmış. Bilmem kaç gündür hiç kaldırımları görmemişim. Ellerim sevgili okur birbirine sarılmakla ısınmıyor. Soğuk istese de içime işleyemez o kadar giyinmişim. Orta Asya’da daha önce bulunduysanız anlayabileceğiniz bir soğukluktan bahsediyorum. Kulağımda bilmem hangi şarkı on bir numaranın gelmesini bekliyorum. Çok kalabalık sevgili okur kafamın içi gibi çok kalabalık otobüs. Geçilen sokaklar çok yabancı, insanlar yabancı çok yabancı. Memleketimde solumadığım kokular var bana yabancı. (Çok sonradan anlıyorum yabancı olan benim.) Başımı dayadığım otobüs camına ismimi yazıyorum. Yaptığım en manâlı şey bu oluyor o sabah. Bir iki damla gözyaşıyla nokta koyuyorum tüm isimlerimin sonuna. Veda etmeye çalışıyorum hala daha veda edemediklerime. Bilmiyorum sevgili okur sanki herkes her şeyi benden daha hızlı yapıyor. Çok daha çabuk öğreniyor yeniden başlamayı pek tabi alışmayı. Bende hiç bir şey öyle hızlı olmadı. Ağır ağır ilerledim Bişkek’in sisli sokaklarında ve çoğu zaman buğulu gözlerim eşlik etti bana. Sessizlik büyük bir imtihan oldu. Yüksek sesli dinlediğim hiç bir şarkının bastıramadığı bir tonda beni eni sonu taşlı yollara koydu. Yürümesi hayli zordu. Telefonun çalmasını , karanlıkların aydınlığa çıkmasını bir mucizeymiş gibi bekledim. Telefonum her çaldığında kalbimin yerinden çıkacakmış gibi atmasını unutamıyorum sevgili okur. Karanlık gecelerde , yağmurlu akşamlarda , baharın geldiği ilk sabahlarda, bayramlarda hayaller kuruşumu, kuruşumu, kuruşumu...Sevgili okur birden bire her şeyin sustuğunu düşünebilir misin çok gürültülü bir ortamda? İşte tam öyle birdenbire koca bir sessizlik. Bir çemberin içinde dönüyor gibiydim. Dönüyordum, başladığım noktaya geri dönüyordum.

Otobüsten iniyorum sıramı bekleyerek sevgili okur. Adımlarım ne hızlı ne yavaş. Yetişmeye çalıştığım her şeye inat bir sakinlik var bedenimde. Güneş açıyor, sis kokusuna yeni kokular ekleniyor. Gençlerin kahkahaları ekleniyor, bağrışan şoförler, benimle aynı okula yürüyen onlarca öğrencinin telaşı ekleniyor. Eklendikçe ekleniyordu o sabaha sesler. Ve bir o kadar sese muhtaç ben doyuruyordum, güçsüz ruhumu. Sevgili okur insan dertlerini neye taşıtır? Ruhuma taşıtmaya çalıştıklarım, güçlü kalmaya çalışma çabam , rengarenk gözlükler takışım... Peki ben neredeydim? İşte tüm bu sesliliğin ortasında “Neredesin sen? “ dedim kendime ve kendimi yalnız çok yalnız hissettim sevgili okur. Karları ayaklarımla iteledim geçmedi. Şiirler yazdım geçmedi. Derin nefesler arasında geçmişimi yokladım, elimde hiç bir şey kalmamasına şaşırdım. Sahibi olduğumu sandığım anıların yalnızca şahidi olarak kaldım. Geçmedi. Kalakalmıştım okul duvarının önünde ve geçmez sanmıştım sevgili okur. Bir gün o sisli havaya karışan kahkahalardan biri benim olur sanmamıştım. Sevmiştim sevgili okur, sevmem sandığım çoğu şeyi sevmiştim. Deli esen rüzgarlarını, insanlarını, birden bastıran yağmurunu,karların yağışını ve her şeyin üstünü sakince kapatışını,Gittiğim ilk günü hatırlıyorum ,ayak bastığım vakti o ülkeye... Uzun süredir hiç öyle uyumamıştım sevgili okur. Şimdi sevgili okur yine bir otobüsün durağa gelmesini aynı yalnızlık ve sessizlikle bekliyorum. Telaşeli sokaklarda daha henüz adını koyamadığım garip bir kokuyla hiç bilmediğim bir ülkede bir şeylere yetişmeye çalışıyorum. Onların kahkahalarında,sokaklarında, hayatında yer edinmeye çalışıyorum. Bu kez onlar değil ben yabancıyım biliyorum. Ama yine de sormadan edemiyorum. Alışır mıyım sevgili okur?

 


 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HASRETİN ADI BİZİZ

    Hayal gibi olur, uzaklaştığın her şey yamacından.Tüm yaşayacaklarına karşı içinde büyüttüğün hevesin ,kaçar gibi olur. Nefesini alırsın, vermesi bir acayip olur tanımadığın sokaklarda.Kaygılar hücum eder beynine.Anneni daha bir çok seversin.Babana daha bir hasret. Kıyamet benizli bir kaç insandan kaçarsın.Sığınırsın özlemden kurulu bir bucağa.     ‘’Üç derdim var birbirinden seçilmez.Bir ayrılık bir yoksulluk biri de ölüm.’’ diyen Karacaoğlan yıllar öncesine bıraktığı bu dizelerle ayrılıkla mümkün tüm duyguların sonunun bir derde varacağını anlatmaktadır bizlere. İçinde ayrılık olan hikayeler hep özlem yüklü. Bir derde varılı yollar hep sancılı.İnsan olmaya yeminliysen bu hayatta senin de payına düşer mutlaka.Ve mutlaka girince o özlemden ibaret barınağına, sancılar tezahür etmeye başlar tüm vücudunda. Gözünden akarsa damla damla yaş ne ala.Çünkü daha ağlayamayanlar var onca. Zamanla yüzün o eski canlılığını kaybeder,neyim var der dolanırsın oysa yıllar geçm...

Aziz Bey Hadisesi

    Kitabı elime aldığımda böyle iyi biçimlendirilmiş bir insan portresi ile karşılaşacağımı düşünmemiştim. Aziz Bey’in hadisesi, yoldan geçerken dikkatimizi dahi çekmeyen, omuzları düşük o yaşlı, hayata küsmüş, sevmiş sevilmemiş, becerememiş tüm insanların öyküsü. Ayfer Tunç’un anlatımıyla da Aziz Bey’i tanıyormuş kadar üzüldüm, sevdim ve ah ettim.   Aziz Bey’in öyküsü kendisi tarafından anlatılmıyor çünkü Aziz Bey o kadar da konuşmuyor. Bazen savruluyor en çok da yanılıyor. Hayat, bizler tarafından yanlış anlaşılmaya çok müsait bir kırıcılıkla ilerliyor. Gençken, henüz tüm güzelliğini taşırken yüzünde Aziz Bey , günlerin ve belki yılların ondan götüreceği şeyleri tahmin edemiyordu.Tahmin edemediği bir diğer şey ise yarı yolda bırakılmaktı. Yabancı rüzgarların, yabancı bir lisanın, yabancı bir odanın içinde yapayalnız kalıyor. Aşlar, kokular, şarkılar,kadınlar ve tamburu onun bu yalnızlığını silmeye yetemiyordu.   Bir geri dönüş hikayesi de denilebilir bu öyküye. ...

Bizim Biricik Tesellimiz

      Son zamanlarda Dervişin Teselli Koleksiyonu   adında bir kitap okuyorum. Farkında mısınız bizim teselliye ne çok ihtiyacımız var ? Ya da benim var ve sizi de kendim gibi görüyorum. İnsan sevgili okur, öylesine değil, gerçekçen ikna olmak istiyor bazı şeylere. Daha doğrusu inanmak. Bazen her açtığım sayfa bana yazılmış gibi hissediyorum. Tıpkı bir romanı okurken kendimi yerine koyduğum o karakterler gibi. Yerine koyuyorum derdimi, tasamı bazen de hiçbir şeyimi. Sonbaharda yaprak dökmüş de bir daha açamayacak gibi hissetmek ne büyük bir ağırlık. Baharı saklayan bir gizli öz olabilmek ne alâ.   Bazen tüm çabaların sessiz bir anıya dönüşür sevgili okur. Sanki dağılmış yapraklara yazılmış kısa hikayelerin başrolüymüşsün gibi. Toparlayamadığımızla kalıveririz. Dağınık bir yaşam döngüsüne sahip olanlar bilir bu hissi. Bazen hangi anı nerede yaşandı onu bile karıştırırız. ‘Neden’ en yasaklı kelimesi olur dilimizin. Israrlı bir misafir gibi yoklar durur zihnimizi...