Ana içeriğe atla

Rüya

   Etrafını sarmış aklına gelebilecek en güzel çiçekler. Güzel ne ise senin nezdinde o ayaklarının dibinde. Gökyüzü istediğin mavilikte. Nefesini belki de ilk defa bu kadar özgürce veriyorsun. Kalbin her neye taşıyorsa, yollarını kesiyor köşe başlarında. Kanının donduğu zamanlar , karın ağrıların, ne olur akma be gözyaşım. Şimdi sanki hiç olmamışçasına unutturuyor sana. Kuşlarla konuşur gibi bir halin var. Öyle ki cevap veriyorlar sana. Yüzlercesi aynı tonda. Sesini ilk kez bu kadar özgür hissediyorsun. Bağırabildiğin kadar bağırıyorsun sırtını bir diğerine yaslamış dağlara. Yine bir cevap , aynı ses aynı tonda. Gözlerin daha fazlasını bekliyor ki kısıyorsun. Göremeyince de kapatıyorsun.Onlarca sesin birbiri ile uyumuna hayran kalıyorsun. Bir koku var evet. Ama tam çözemiyorsun. Ferah fakat tatlı. Kokular insanı beklenmedik anılara götürebilir. Hatta bazen hapsedebilir. Bulmaya çalışmalısın kokuyu. Yani meraktan. Yani bulmaya gönüllü olmaktan. Ayaklarını titreten huzur bu sefer bir kelebek olup midene konuyor. Ne , ne , ne? Hafif bir rüzgar , kaşlarını çatıyorsun. Başdönmesi , uçurum , titreyen ayaklar ve o koku.
  Şu yorgan hep mi ayaklarını açıkta bırakır? Allahım! Annen yine pencereyi açmış , tam da üstüne. Ev havalandırma saatleri neden bu kadar erken? Geceden kalma is kokusu yakıyor burnunu.Yorganı ağzına çektikçe açılan ayakların birbirine sarılarak isyanını yatıştırıyor. Nasıl oluyor da en güzel rüyalar hep en güzel yerlerinde bitiyor bir perde sarsıntısıyla? Nasıl oluyor da rüyalar böyle güzelken , hayat seni bu kadar yoruyor? Rüyalar varsa , hayat neden ona benzemiyor? Kapalı gözlerin nasıl oluyor da karanlıkta o kadar rengi görüyor hem de bir arada. Karanlık ve ışığa muhtaç tüm renkler. Zıtlığın mucizesi ;rüya. Demek göz kapatmakla olmuyor karanlık. Demek görmekle ortaya çıkmıyor renkler. Demek ki koyduğun yerlerde ki hayallerin sınırında ki bir bir düşüyor , gözkapaklarına. Gören göz değil anlıyorsun da uyanınca ki bu ağırlık ne başındaki? Verdiğin nefes orada mı kaldı ki? Yorgan ağırlaşıyor bu soru karşısında. Canın mı istemiyor , isteme canım diye belletiyor musun zihnine? Ne bu sorular böyle? Gözlerini kapatıyorsun , aynı renklere bürüyorsun etrafı , aynı sesleri aynı tonda tuturuyorsun da. Fakat o karın ağrısı müsade etmiyor sana.Şimdi kolaysa kalk şu yataktan. Sendeki neyin ağırlığı?
  Belki sabah pencereni  açan yoktur?
  Belki hiç rüya görmemişsindir?
  Belki uzun süredir gülemiyorsundur?
  Belki gitmişsindir ne zaman döneceğini bilmeden?
  Belki çok özlemişsindir?
  Belki hiç hak etmediğin bir yerde tutsaksındır?
  Belki de gören gözdür , biz kendimizi rüyalara inandırıyoruzdur?

  Son belki cümleme inanmıyorsun. Rüyalarının gerçeğe yakınlığını ölçmüyorsun. Rüya rüyadır canım. Hem inanmakla ne kaybedersin? İnanmamakla kaybettiklerinden daha az şey.Hem beyninin , gözlerine olan uzaklığı fazla sayılmaz. Belki ulaşır rüyaların gözlerinin önüne.Sence de üstündeki yorgan sana kısa değil mi? Bu işe bir çözüm bul yoksa ayakların üşüyecek. Bari onlar sarılsın birbirine diyorsan. Eee hadi iyi o zaman. Seni tanıyorum bil de.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HASRETİN ADI BİZİZ

    Hayal gibi olur, uzaklaştığın her şey yamacından.Tüm yaşayacaklarına karşı içinde büyüttüğün hevesin ,kaçar gibi olur. Nefesini alırsın, vermesi bir acayip olur tanımadığın sokaklarda.Kaygılar hücum eder beynine.Anneni daha bir çok seversin.Babana daha bir hasret. Kıyamet benizli bir kaç insandan kaçarsın.Sığınırsın özlemden kurulu bir bucağa.     ‘’Üç derdim var birbirinden seçilmez.Bir ayrılık bir yoksulluk biri de ölüm.’’ diyen Karacaoğlan yıllar öncesine bıraktığı bu dizelerle ayrılıkla mümkün tüm duyguların sonunun bir derde varacağını anlatmaktadır bizlere. İçinde ayrılık olan hikayeler hep özlem yüklü. Bir derde varılı yollar hep sancılı.İnsan olmaya yeminliysen bu hayatta senin de payına düşer mutlaka.Ve mutlaka girince o özlemden ibaret barınağına, sancılar tezahür etmeye başlar tüm vücudunda. Gözünden akarsa damla damla yaş ne ala.Çünkü daha ağlayamayanlar var onca. Zamanla yüzün o eski canlılığını kaybeder,neyim var der dolanırsın oysa yıllar geçm...

Aziz Bey Hadisesi

    Kitabı elime aldığımda böyle iyi biçimlendirilmiş bir insan portresi ile karşılaşacağımı düşünmemiştim. Aziz Bey’in hadisesi, yoldan geçerken dikkatimizi dahi çekmeyen, omuzları düşük o yaşlı, hayata küsmüş, sevmiş sevilmemiş, becerememiş tüm insanların öyküsü. Ayfer Tunç’un anlatımıyla da Aziz Bey’i tanıyormuş kadar üzüldüm, sevdim ve ah ettim.   Aziz Bey’in öyküsü kendisi tarafından anlatılmıyor çünkü Aziz Bey o kadar da konuşmuyor. Bazen savruluyor en çok da yanılıyor. Hayat, bizler tarafından yanlış anlaşılmaya çok müsait bir kırıcılıkla ilerliyor. Gençken, henüz tüm güzelliğini taşırken yüzünde Aziz Bey , günlerin ve belki yılların ondan götüreceği şeyleri tahmin edemiyordu.Tahmin edemediği bir diğer şey ise yarı yolda bırakılmaktı. Yabancı rüzgarların, yabancı bir lisanın, yabancı bir odanın içinde yapayalnız kalıyor. Aşlar, kokular, şarkılar,kadınlar ve tamburu onun bu yalnızlığını silmeye yetemiyordu.   Bir geri dönüş hikayesi de denilebilir bu öyküye. ...

Bizim Biricik Tesellimiz

      Son zamanlarda Dervişin Teselli Koleksiyonu   adında bir kitap okuyorum. Farkında mısınız bizim teselliye ne çok ihtiyacımız var ? Ya da benim var ve sizi de kendim gibi görüyorum. İnsan sevgili okur, öylesine değil, gerçekçen ikna olmak istiyor bazı şeylere. Daha doğrusu inanmak. Bazen her açtığım sayfa bana yazılmış gibi hissediyorum. Tıpkı bir romanı okurken kendimi yerine koyduğum o karakterler gibi. Yerine koyuyorum derdimi, tasamı bazen de hiçbir şeyimi. Sonbaharda yaprak dökmüş de bir daha açamayacak gibi hissetmek ne büyük bir ağırlık. Baharı saklayan bir gizli öz olabilmek ne alâ.   Bazen tüm çabaların sessiz bir anıya dönüşür sevgili okur. Sanki dağılmış yapraklara yazılmış kısa hikayelerin başrolüymüşsün gibi. Toparlayamadığımızla kalıveririz. Dağınık bir yaşam döngüsüne sahip olanlar bilir bu hissi. Bazen hangi anı nerede yaşandı onu bile karıştırırız. ‘Neden’ en yasaklı kelimesi olur dilimizin. Israrlı bir misafir gibi yoklar durur zihnimizi...