Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Aziz Bey Hadisesi

    Kitabı elime aldığımda böyle iyi biçimlendirilmiş bir insan portresi ile karşılaşacağımı düşünmemiştim. Aziz Bey’in hadisesi, yoldan geçerken dikkatimizi dahi çekmeyen, omuzları düşük o yaşlı, hayata küsmüş, sevmiş sevilmemiş, becerememiş tüm insanların öyküsü. Ayfer Tunç’un anlatımıyla da Aziz Bey’i tanıyormuş kadar üzüldüm, sevdim ve ah ettim.   Aziz Bey’in öyküsü kendisi tarafından anlatılmıyor çünkü Aziz Bey o kadar da konuşmuyor. Bazen savruluyor en çok da yanılıyor. Hayat, bizler tarafından yanlış anlaşılmaya çok müsait bir kırıcılıkla ilerliyor. Gençken, henüz tüm güzelliğini taşırken yüzünde Aziz Bey , günlerin ve belki yılların ondan götüreceği şeyleri tahmin edemiyordu.Tahmin edemediği bir diğer şey ise yarı yolda bırakılmaktı. Yabancı rüzgarların, yabancı bir lisanın, yabancı bir odanın içinde yapayalnız kalıyor. Aşlar, kokular, şarkılar,kadınlar ve tamburu onun bu yalnızlığını silmeye yetemiyordu.   Bir geri dönüş hikayesi de denilebilir bu öyküye. ...

Bizim Biricik Tesellimiz

      Son zamanlarda Dervişin Teselli Koleksiyonu   adında bir kitap okuyorum. Farkında mısınız bizim teselliye ne çok ihtiyacımız var ? Ya da benim var ve sizi de kendim gibi görüyorum. İnsan sevgili okur, öylesine değil, gerçekçen ikna olmak istiyor bazı şeylere. Daha doğrusu inanmak. Bazen her açtığım sayfa bana yazılmış gibi hissediyorum. Tıpkı bir romanı okurken kendimi yerine koyduğum o karakterler gibi. Yerine koyuyorum derdimi, tasamı bazen de hiçbir şeyimi. Sonbaharda yaprak dökmüş de bir daha açamayacak gibi hissetmek ne büyük bir ağırlık. Baharı saklayan bir gizli öz olabilmek ne alâ.   Bazen tüm çabaların sessiz bir anıya dönüşür sevgili okur. Sanki dağılmış yapraklara yazılmış kısa hikayelerin başrolüymüşsün gibi. Toparlayamadığımızla kalıveririz. Dağınık bir yaşam döngüsüne sahip olanlar bilir bu hissi. Bazen hangi anı nerede yaşandı onu bile karıştırırız. ‘Neden’ en yasaklı kelimesi olur dilimizin. Israrlı bir misafir gibi yoklar durur zihnimizi...

Vazgeçmek Üzerine

  Vazgeçtim demekle geçmiyor, bir akşamüstü kurulmuş ve gerçekleştirilememiş hayallerin sancısı. Erdem Bayazıt'ın da dediği gibi kavgaları birikiyor insanın ve her uzvundan ayrı ayrı taşıyor acısı zamanla.   Geçenlerde bir cümleye rast geldim. Şöyle diyordu: ''Kaybolmak düşmek değildir.'' Bir süre durdum düşündüm. Sizin de hiç kaybolmak istediğiniz dakikalar, saatler oldu mu? Benim oldu değerli okur. Ve ben bu  hissi çok uzun bir süre bir illetmiş gibi taşıdım zihnimde. Bu bir illet değildi.Bir çabaydı. Kaybolmanın yaratacağı belirsizlikteki muradım düşmek değildi. Muradım yeni yollar bulabilmekti. İnsan bir şeylerden vazgeçtiğinde sevgili okur, kayboluyor. Uzunca bir süre peşinde koştuğun, hayalini kurduğun şey ,vazgeçilmiş o şey, zihnimizde, kalbimizde öyle koca bir yer kaplıyor ki. Gidişi henüz tatmadığımız yeni duyguların kapılarını aralıyor bize. Öğrenmek yalnızca kazanılan bir olgu değil. Zamanla anlıyorsun sevgili okur. Vazgeçerek, kaybederek de çok şey öğren...

Sevgili Günlük

    Bazen küçük bir anda, çok kısa bir göz açıp kapama zamanında gelecekten seni alıkoyan tüm o duygular, yaşananlar gözünün önüne geliveriyor. Ve insan nasıl oluyor da bu kısacık zaman içine bunca anıyı sığdırabiliyor? Duygulara mahkum olmuş olan tüm yaşadıklarımız bir ağır sandık gibi oturuyor en gizli kıyısına tahtımızın. Ve ne zaman açmaya kalksan o sandığı , derin bir naftalin kokusunun eşlik ettiği bin bir çeşit duygu sarmalıyor tüm yaralarını. Bastırıp, sakinleştirdiğin onca şey bu kadar mı niyetli olur çıkmaya kınından. Nasıl bir istek bu böyle ıslatmaya yanaklarını. Nasıl bir ele alamadıklarının sancısında yoğrulma isteği. Senin sesin gürdü. Sözlerin etkili. Dünya bir sandıksa ,ki bence pek ala bir tabirdir, kapatsak kapağını sıkıca, kilitlesek anahtarını, üzerine yorganları yığsak, yastıkları, çarşafları, ilk kalabalık misafirde üstünü boşaltacağımız onlarcasını yığsak bu sandığın üstüne. Ne kadar kaçabiliriz o sandığın yanı başımızda yaşadığı hissinden? Nasıl görme...

YABANCI

 O kadar uzun zamandır yazmıyorum ki , içimde bir şeylerin öldüğünü düşündüm. Hatta bir sıra bir daha hiç yazamayacağımı dahi. Derin bir uçurumdu bu benim için. Çünkü değerli okur insan bir şeye sevdalandıysa pek ayrı kalamıyor ondan ve bir mesafe girse onunla arana işte o ara bir uçuruma tekabül ediyor. Uzun bir yolculuktan çıktım. Yolculukların tam ortası kimi yazarlar için en iyi an olsa da ben derin bir nefes almadan kalemi elime alamıyorum. Çok iyi bir yol sayılmayabilir çünkü ayrıntılar zihnimin çeşitli köşelerinde çürüyüp gidiyorlar. Çoğu zaman ince ayrıntıların arasında kaybolan ben onların zihnimde yok olmasına nasıl da izin veriyorum? Değerli okur sana benden bir şeyler  anlatacağım ve beni anlamanı bekleyeceğim. Benim için bunu yapabilir mi sin? Telaşeli sokaklarda, şekerli patlamış mısır kokusuyla bilmediğim bir ülkede daha güneş doğmamışken  okula gidişimi hatırlıyorum. Sarhoşların henüz evlerine girmediği, duraklarda yatarkenki vakitlerden bahsediyorum. ...

BİR IRKI MI VAR GARİPLİĞİN?

  Bir kavga var,ağrısı dayanan arşın en savunmasız menziline.Bir bulmaca ki çözümü bir sır gibi yüreklere bağlanmış.Kara küllerini üzerimde tüllendirir geceler.Nefesini sert üfler bu kez karayel.Geçmiş, şimdi ve gelecek kilitlenirken yol ayrımlarımda, derin pişmanlıklara gebe kalır çaresiz ayaklarım. Sel götürür duygularımı , yerini tanınmaz yıkıntılar alır. Dolunay dolanır yastığıma.Seferler başlar genzimden , sımsıkı yumruğuma.Boynum ağrır incinmiş binbir yerinden. Kalbin bir kantarsa hem de hassas, ağır gelir yaşamak. Gözyaşların ise umutsuz anlarının veziri olur. Ümit bir dantel gibi serilir gönlünün üstüne. Sevgin azar.Deli nehirler dizginler kayıtsız kalışların. Dünya döner teninde, yaralar açar derince.Savaşlar, açlık, susuzluk, tutsaklık ve daha bir çoğu oturur alnına soğuk rüzgarlarla. Kaçarsın.Kaçarız biz kendi kuyumuza. Garipliğin bir ırkı mı var? Ya susuzluğun? Adı mı var çırpındığım bu çamurun?Geçer soylu kahkahalar hayat çemberimden. Kilitlenir çerçevem puslu gec...

Yolcunun Hikayesi

    Yalnızlık, asil yürür sokaklarımda şapkasız , gözlüksüz.Terk-i diyar etmeden henüz.Savaş sen susunca başlar, kalemse bitince çizer resmini tüm bu tantana.Sever şair habersiz göçe çıkan kuşları.Canı yananlara özenir.Tüm gurbetlere el sallayan olur alçak balkonlu evlerin soğuk pencerelerinde. Rüzgar eser kıyıma ,dalgası boyumu aşar.Nefesim bulanır , toz kaçar ciğerime.Su sızar yüreğimden ellerine.Yola soruyorum , yoldan soruyorum tüm kayıtsız bağırdıklarımı. Çok da sevmiyorum ben yaz aylarını.Serin rüzgarlar dolansın istiyorum sayfalarımın aralarında.Eski bir iki fotoğrafa dalıyorum , bir türkü tutturuyorum gecenin siyahına , ayın parlaklığına.Tüm zıtlıklara kafa tutuyorum. Yorgan ağır geliyor böyle geceler, sımsıkı umutlarıma sarılıyorum.Rüyalar, rüyalar kalktığımda hatırlamıyorum.Bir gece daha mı geçti üzerimizden, biz mi geçtik dargın gecelerden?     Bir derdi var kıvrımlı yolların. Eğdirmiş başını yola,bir kaç küçük bina.Yolcu korkak , yolcu ağır aksak. Yolc...