Ana içeriğe atla

FITRAT

İnsan; olmak istedikleri peşinde koşan, koşarken yorulan, sorular soran, düştüğü gibi kalkan, düştüğü yerde kalan bunların tümünü oluşturuyor.Bu döngü içerisinde , bazen de ne yapacağımızı bilemediğimiz anlar yaşıyor , kalakalıyoruz problemler sarmalının içinde.Meseleler karşısında belki de hiç bukadar çaresiz kalmamışızdır, bir yol bulup ilerlemiş belki de unutmuşuzdur bile. Fakat biz insanlar her gün yüzyüze kaldığımız bazı sıkıntılar içinde gidilecek yol bulamayınca bir duraklıyoruz.  Bunları yaşayacağını düşündüğünde dahi başını döndürecek olaylar,  gün geliyor hayatımızın tam merkezine oturuyor ve sana sormuyor. Değişik ama bir o kadar da öğretici bu yola girdiğimizde ilerleyemediğimiz için bulunduğumuz yolu güzellestirmeye başlıyoruz. Bence bu insanın hala mutlu olma çabası güttüğünü gösteriyor.Doğduğumuzda ağladığımızdan mı bilmem , ağlamak bazen insana en iyi gelen şey oluyor,  yolumuzdakileri suluyor fayda sağlıyoruz.  Bir süre bulunduğumuz yeri seviyor , mutlu oluyoruz ama daha sonra ilerlemek istiyoruz.İnsanın içinden kaybolmayacak olan ilerleme isteği alışma yetimizle birleşiyor zamanla, sonra üzerine biraz da unutursak işte tam kıvamında.Sonra yolun sisi kalkıyor, bizim gibi insanlar görüyor,  damarlarımıza işlemiş olan o yalnızlık hissinden sıyrılıp geleceğe bir adım daha atıyoruz. Alışmış bir bünyeden her zaman korkmuşumdur ,alışmak duyarsızlaşmayı getirmez mi hep? Ama bazı olaylarda biraz unutmanın biraz alışmanın bir sakıncası olmayacağını düsünüyorum.Kritik nokta şurada ne kadar unutuyor ve ne kadar alışıyoruz. Vazgeçecek kadar unutmamalı , zehir edecek kadar da hatırlanmamalı bence. İnsan bu düştüğü yerde kalmaya pek bir müsait. Bunlara dikkat edilmediği takdir de kalkamayacağımızdan korkarım hep. Kalkmış ve ilerleyen insan etrafındakilere odaklanmaya başladığında aslında çok da büyük bir şeyin içinde olmadığımızı insanların daha da büyük sıkıntılarla iç içe olduğunu görüyor.Bu bizi hem rahatlatıyor hem görev ve sorumluluklarımızı hatırlatıyor.Bir bakmışız başkalarını teselli eder olmuş kendimize dönemez olmuşuz. Toplumun içinde yaşamanın ve iletişimin tedavi edici yanı tutmuş bizi sarıyor yaralarımızı.Tek kalmamak mühim çoklaşmak , konuşmak...İyi gelmiyor sanırdım çoğu zaman, tek başıma odamda aşabilirim diye düşünürdüm. Ama öyle değilmiş, ihtiyaçlarımızı görmezden gelmek bize iyi gelmiyor aksine daha da karmaşıklaştıyormuş meseleyi.Ne zaman mutlu olacağım diye düşünmenin yada ne bileyim ne zaman geçecek diye düşünmenin pek bir faydası yok filozof olmayı düşünmüyorsak tabi. Mutluluk aranılacak bir şey veya bize bir gün gelecek bir şey değil. O bizimle hep bizle.İnsani özelliklerimiz bizi zaten bir konuma getiriyor gerisi bizde. Bizi bizden başkası iyileştiremez, hani bir söz var ya kalabalıklar içinde yalnızım diye işte aynen  öyle biz tek doğduk , bu yaşam bizim ve onu ayakta tutmak için elimizden geleni yapmalıyız.Vel-hasıl "Ne varsa sende,  başka yerde arama!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HASRETİN ADI BİZİZ

    Hayal gibi olur, uzaklaştığın her şey yamacından.Tüm yaşayacaklarına karşı içinde büyüttüğün hevesin ,kaçar gibi olur. Nefesini alırsın, vermesi bir acayip olur tanımadığın sokaklarda.Kaygılar hücum eder beynine.Anneni daha bir çok seversin.Babana daha bir hasret. Kıyamet benizli bir kaç insandan kaçarsın.Sığınırsın özlemden kurulu bir bucağa.     ‘’Üç derdim var birbirinden seçilmez.Bir ayrılık bir yoksulluk biri de ölüm.’’ diyen Karacaoğlan yıllar öncesine bıraktığı bu dizelerle ayrılıkla mümkün tüm duyguların sonunun bir derde varacağını anlatmaktadır bizlere. İçinde ayrılık olan hikayeler hep özlem yüklü. Bir derde varılı yollar hep sancılı.İnsan olmaya yeminliysen bu hayatta senin de payına düşer mutlaka.Ve mutlaka girince o özlemden ibaret barınağına, sancılar tezahür etmeye başlar tüm vücudunda. Gözünden akarsa damla damla yaş ne ala.Çünkü daha ağlayamayanlar var onca. Zamanla yüzün o eski canlılığını kaybeder,neyim var der dolanırsın oysa yıllar geçm...

Aziz Bey Hadisesi

    Kitabı elime aldığımda böyle iyi biçimlendirilmiş bir insan portresi ile karşılaşacağımı düşünmemiştim. Aziz Bey’in hadisesi, yoldan geçerken dikkatimizi dahi çekmeyen, omuzları düşük o yaşlı, hayata küsmüş, sevmiş sevilmemiş, becerememiş tüm insanların öyküsü. Ayfer Tunç’un anlatımıyla da Aziz Bey’i tanıyormuş kadar üzüldüm, sevdim ve ah ettim.   Aziz Bey’in öyküsü kendisi tarafından anlatılmıyor çünkü Aziz Bey o kadar da konuşmuyor. Bazen savruluyor en çok da yanılıyor. Hayat, bizler tarafından yanlış anlaşılmaya çok müsait bir kırıcılıkla ilerliyor. Gençken, henüz tüm güzelliğini taşırken yüzünde Aziz Bey , günlerin ve belki yılların ondan götüreceği şeyleri tahmin edemiyordu.Tahmin edemediği bir diğer şey ise yarı yolda bırakılmaktı. Yabancı rüzgarların, yabancı bir lisanın, yabancı bir odanın içinde yapayalnız kalıyor. Aşlar, kokular, şarkılar,kadınlar ve tamburu onun bu yalnızlığını silmeye yetemiyordu.   Bir geri dönüş hikayesi de denilebilir bu öyküye. ...

Bizim Biricik Tesellimiz

      Son zamanlarda Dervişin Teselli Koleksiyonu   adında bir kitap okuyorum. Farkında mısınız bizim teselliye ne çok ihtiyacımız var ? Ya da benim var ve sizi de kendim gibi görüyorum. İnsan sevgili okur, öylesine değil, gerçekçen ikna olmak istiyor bazı şeylere. Daha doğrusu inanmak. Bazen her açtığım sayfa bana yazılmış gibi hissediyorum. Tıpkı bir romanı okurken kendimi yerine koyduğum o karakterler gibi. Yerine koyuyorum derdimi, tasamı bazen de hiçbir şeyimi. Sonbaharda yaprak dökmüş de bir daha açamayacak gibi hissetmek ne büyük bir ağırlık. Baharı saklayan bir gizli öz olabilmek ne alâ.   Bazen tüm çabaların sessiz bir anıya dönüşür sevgili okur. Sanki dağılmış yapraklara yazılmış kısa hikayelerin başrolüymüşsün gibi. Toparlayamadığımızla kalıveririz. Dağınık bir yaşam döngüsüne sahip olanlar bilir bu hissi. Bazen hangi anı nerede yaşandı onu bile karıştırırız. ‘Neden’ en yasaklı kelimesi olur dilimizin. Israrlı bir misafir gibi yoklar durur zihnimizi...