Ana içeriğe atla

KALAN MI GİDEN Mİ?

Yaşadığımız şu hayat hep bir gitme ve kalma telaşesinde olmuş,giden de ağlamış ,kalanda.Kalan için kalmak,giden için de gitmek olmuş en zor olan.Neye ,kime göre karar verilir bilemiyorum ama bu konuda bencil davranıp cevabı yapıştıracağım.Gitmek.Gitmek önüne geçilemez bir yalnızlık hissi uyandırıyor.Artık bir kendi dünyan bir de dışarıdan izlemek zorunda kaldığın bir dünya ortaya çıkıyor.Yeni bir hayat ,yeni insanlar bunlar özlem duygunu tavan yaptırıyor bununla da kalmıyor birçok kişide onları aramaya ve bulamamaya başlıyorsun.Her bulamadığında bir taş ağırlığında vuruluyor kafana "Burası farklı bir yer ve onlar burada değil ,sen gittin".Sonra dünya telaşesine kapılmaya çalışıp bu duygusal atmosferden uzaklaşmaya çalışıyorsun.Gezdiğin sokakların,durakların,bakkalların -bu listeyi uzatabilirim-  farklı olduğunu görüyorsun,en önemlisi de ne biliyor musun?Sana hiçbir şey anlatmıyor olmaları.Bu benim karışık duygu dünyamdan ileri gelen bir şey mi bilemiyorum ama insanın gördüğü şeylerde anılarının olması ona güven hissi veriyor ve daha çok tutunuyor yaptıklarına ve yapacaklarına.Kalanlara kendini unutturmak istememek meselesi var bir de her ne olursa olsun onların seni unutmasını istemiyor ,elinden geleni yapıyorsun.Ama bir şey söyleyeyim mi?Unutuluyorsun.Zamanla aslında bunun senin için çok da kötü olmadığını farkediyorsun.Çünkü unutulmak insanın içine başka bir yere ait olmalıyım hissiyatı getirmez mi?Artık başka yerlere ,başka bir şehire ait olmak istiyor,bir bakıma kendine geliyorsun.Önce kalan için biten bu hikaye sonunda gidene çarpıyor.Giden artık son kez ağlıyor.Gözyaşlarını silip kaldırdığı başı bir daha eğilmiyor böylesine bir neden için.Gerçekleri görebilmek için zaman gerekir.Abdurrahim Karakoç'un dediği ve bir çok yerde yinelediği gibi "Zaman her şeyin eleğidir.Altında yada üstünde kalınır bu bilinmez."Koca bir elek hem eleyen ,elenen ve ardakalan.Ardakalan aslında senden geriye kalanlar oluyor çoğu zaman.Tabi eğer zamanın bu mucizevi yönüne teslim olmadıysan.Olduysan ne alâ çünkü insanoğlu ders almadan pek anlamıyor.İnsanın edindiği bu tecrübeler kendine yeni bir ufuk açıyor.Can Yücel'in seneler öncesinde yazdığı "Bağlanmayacaksın" şiirinde aslında ne kadar haklı olduğunu ,o şiiri ilk okuduğumda bana bir şey hissettirmemiş olmasını yaşımın küçüklüğüne ve yaşanmışlıklarımın azlığına veriyorum.Mütemadiyen şakaklarımda inleyen bu şiir işte tam da şöyle diyor:
  Bağlanmayacaksın

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne. 'O olmazsa yaşayamam.' demeyeceksin. 
Demeyeceksin işte.Yaşarsın çünkü. 

Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki. Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın. 
Ve zaten genellikle o daha az sever seni, senin onu sevdiğinden… 

Çok sevmezsen, çok acımazsın. Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem. Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini… 

Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin. Senin değillermiş gibi davranacaksın. Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın. Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın. Çok eşyan olmayacak mesela evinde. Paldır küldür yürüyebileceksin. 

İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin. Gökyüzünü sahipleneceksin, Güneşi, ayı, yıldızları… 

Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak. 'O benim.' diyeceksin. Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin… 

Mesela gökkuşağı senin olacak. İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın. Mesela turuncuya ya da pembeye ya da cennete ait olacaksın. Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın. Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, hem de hep senin kalacakmış gibi hayat. 

       Fazla önemsediğimi ve aslında hayatın bu kadar önemsemekle daha ağır yürüyeceğini ,yürürkende beni yoracağını geç öğrendim.Şimdi aklıma sık sık getiriyorum bu şiiri.Bazen bir iki kelime birleşiyor ,bütünleşiyor sen oluyor sonra sana ilaç oluyor.Şiirlerde anlatılmak istenin aksine her okuyana ,her okuduğu zamanda  verdiği gizli mesajlar olduğunu düşünüyorum.Şimdi her aklıma geldiğinğinde bir kıtasına kuruyorum gönül kampımı orada iyileşiyor geri dönüyorum.Konudan fazla uzaklaşmayayım.Bana hissettirdiklerinin yanında gerçekleri böylesine bir şekilde anlattığı için bana yol gösterici oldu.Yerleri , kişileri sahiplenmek yerine gökyüzünü sahiplenmeyi öğretti bana. Nasıl olsa o her yerde aynı ve beni hiç yalnız bırakmıyor. Şöyle bitirebilirim sözlerimi sanırsam. Gitmenin sırtına yüklediği hüzün dolu çuvalı atana kadar giden kadar yok inleyen göğsü, fakat hayat her saniyesinde öyle şeyler öğretiyor ki sonrasında öğrendiklerin kalabilmek hayallerini ezecek büyüklüğe ulaşıyor.  
    "Yaşanılanlar , olaylar ve kişiler bağlamında bakıldığında bazen gitmek kalmaya , kalmaksa gitmeye dönüşebilmektedir"

https://www.instagram.com/arslansumyra/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HASRETİN ADI BİZİZ

    Hayal gibi olur, uzaklaştığın her şey yamacından.Tüm yaşayacaklarına karşı içinde büyüttüğün hevesin ,kaçar gibi olur. Nefesini alırsın, vermesi bir acayip olur tanımadığın sokaklarda.Kaygılar hücum eder beynine.Anneni daha bir çok seversin.Babana daha bir hasret. Kıyamet benizli bir kaç insandan kaçarsın.Sığınırsın özlemden kurulu bir bucağa.     ‘’Üç derdim var birbirinden seçilmez.Bir ayrılık bir yoksulluk biri de ölüm.’’ diyen Karacaoğlan yıllar öncesine bıraktığı bu dizelerle ayrılıkla mümkün tüm duyguların sonunun bir derde varacağını anlatmaktadır bizlere. İçinde ayrılık olan hikayeler hep özlem yüklü. Bir derde varılı yollar hep sancılı.İnsan olmaya yeminliysen bu hayatta senin de payına düşer mutlaka.Ve mutlaka girince o özlemden ibaret barınağına, sancılar tezahür etmeye başlar tüm vücudunda. Gözünden akarsa damla damla yaş ne ala.Çünkü daha ağlayamayanlar var onca. Zamanla yüzün o eski canlılığını kaybeder,neyim var der dolanırsın oysa yıllar geçm...

Aziz Bey Hadisesi

    Kitabı elime aldığımda böyle iyi biçimlendirilmiş bir insan portresi ile karşılaşacağımı düşünmemiştim. Aziz Bey’in hadisesi, yoldan geçerken dikkatimizi dahi çekmeyen, omuzları düşük o yaşlı, hayata küsmüş, sevmiş sevilmemiş, becerememiş tüm insanların öyküsü. Ayfer Tunç’un anlatımıyla da Aziz Bey’i tanıyormuş kadar üzüldüm, sevdim ve ah ettim.   Aziz Bey’in öyküsü kendisi tarafından anlatılmıyor çünkü Aziz Bey o kadar da konuşmuyor. Bazen savruluyor en çok da yanılıyor. Hayat, bizler tarafından yanlış anlaşılmaya çok müsait bir kırıcılıkla ilerliyor. Gençken, henüz tüm güzelliğini taşırken yüzünde Aziz Bey , günlerin ve belki yılların ondan götüreceği şeyleri tahmin edemiyordu.Tahmin edemediği bir diğer şey ise yarı yolda bırakılmaktı. Yabancı rüzgarların, yabancı bir lisanın, yabancı bir odanın içinde yapayalnız kalıyor. Aşlar, kokular, şarkılar,kadınlar ve tamburu onun bu yalnızlığını silmeye yetemiyordu.   Bir geri dönüş hikayesi de denilebilir bu öyküye. ...

Bizim Biricik Tesellimiz

      Son zamanlarda Dervişin Teselli Koleksiyonu   adında bir kitap okuyorum. Farkında mısınız bizim teselliye ne çok ihtiyacımız var ? Ya da benim var ve sizi de kendim gibi görüyorum. İnsan sevgili okur, öylesine değil, gerçekçen ikna olmak istiyor bazı şeylere. Daha doğrusu inanmak. Bazen her açtığım sayfa bana yazılmış gibi hissediyorum. Tıpkı bir romanı okurken kendimi yerine koyduğum o karakterler gibi. Yerine koyuyorum derdimi, tasamı bazen de hiçbir şeyimi. Sonbaharda yaprak dökmüş de bir daha açamayacak gibi hissetmek ne büyük bir ağırlık. Baharı saklayan bir gizli öz olabilmek ne alâ.   Bazen tüm çabaların sessiz bir anıya dönüşür sevgili okur. Sanki dağılmış yapraklara yazılmış kısa hikayelerin başrolüymüşsün gibi. Toparlayamadığımızla kalıveririz. Dağınık bir yaşam döngüsüne sahip olanlar bilir bu hissi. Bazen hangi anı nerede yaşandı onu bile karıştırırız. ‘Neden’ en yasaklı kelimesi olur dilimizin. Israrlı bir misafir gibi yoklar durur zihnimizi...